Siyasi Operasyon mu, Hukuki Süreç mi? Şeffaflık Arayışı
Siyasi Operasyon mu, Hukuki Süreç mi? Şeffaflık Arayışı
Siyasi Operasyon mu, Hukuki Süreç mi? Şeffaflık Arayışı
Türkiye, son dönemde siyasi atmosferin gerginleştiği bir süreçten geçiyor. Özellikle ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve diğer muhalefet partileri, kendilerine yönelik yolsuzluk, operasyonu yapmakla suçlarken, CHP ve muhalefet bu süreçlerin bir “yargı darbesi” olduğunu savunuyor. Ancak halkın büyük bir kısmı, bu tartışmalar karşısında ikna olmaktan uzak. İktidar, elindeki kamu gücünü ve delilleri şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşarak bu tartışmalara son verebilir mi? Yoksa bu süreç, sadece siyasi kutuplaşmayı derinleştirmeye mi hizmet ediyor?
Soruşturmaların Arka Planı
Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, bu tartışmaların fitilini ateşleyen en önemli olaylardan biri oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İmamoğlu’nu “yolsuzluk” ve “terör” suçlamalarıyla hedef aldı. Bu suçlamalar, özellikle 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde CHP ile DEM Parti arasında yapılan “kent uzlaşısı” ittifakına dayandırıldı. Savcılık, bu ittifakın PKK/KCK’nın metropollerde etkinliğini artırma amacı taşıdığını iddia ederken, İmamoğlu ve beraberindeki 100’den fazla kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Ayrıca, Medya A.Ş. ihaleleriyle ilgili yolsuzluk iddiaları da soruşturmanın bir diğer ayağını oluşturdu.
Bu süreçte, CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat ve diğer belediye yetkilileri de benzer suçlamalarla tutuklandı. Şubat 2025’te, “kent uzlaşısı” soruşturması kapsamında 10 belediye yetkilisi hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 15 yıla kadar hapis cezası istendi. CHP, bu soruşturmaları “siyasi bir darbe” olarak nitelendirirken, Genel Başkan Özgür Özel, 19 Mart 2025’te yaptığı açıklamada, “Bugün milletin iradesi bir yargı darbesiyle elinden alınmak istenmektedir” diyerek tepkisini ortaya koydu.
İktidarın Argümanları ve Muhalefetin İtirazları
İktidar, bu soruşturmaların hukuki bir süreç olduğunu ve yolsuzluk ile terörle mücadele kapsamında yürütüldüğünü savunuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart 2025’teki Kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, CHP’yi protestoları provoke etmekle suçlayarak, “Vandalların saldırılarında yaralanan polisimizin, zarar verilen milyarlarca liralık kamu malının tek sorumlusu sokak çağrısı yapan ana muhalefet partisi lideri ve şurekasıdır” dedi. Erdoğan, bu süreçte yargının bağımsız bir şekilde çalıştığını ve suçlamaların somut delillere dayandığını iddia etti.
Öte yandan, muhalefet bu iddiaları “mesnetsiz” ve “siyasi motivasyonlu” olarak nitelendiriyor. CHP lideri Özgür Özel, soruşturmaların İmamoğlu’nun 2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki potansiyel adaylığını engellemeye yönelik olduğunu öne sürüyor. İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından bir gün önce, İstanbul Üniversitesi’nin 31 yıllık diplomasını iptal etmesi, bu iddiaları güçlendiren bir gelişme olarak görülüyor. CHP, bu tür adımların yargının siyasallaştığının kanıtı olduğunu savunurken, partiye yönelik kayyum atanması ihtimaline karşı olağanüstü kurultay kararı aldı.
Halkın Şüpheleri ve Şeffaflık İhtiyacı
Halkın bu süreç karşısında ikna olmaktan uzak olmasının temel nedeni, delillerin kamuoyuyla şeffaf bir şekilde paylaşılmaması. X platformunda yapılan paylaşımlar, halkın bir kesiminin bu soruşturmaları “hukuk destekli hukuksuzluk” olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Örneğin, bir kullanıcı, “Bunun adı devletin ve milletin çıkarları değil, AKP ve AKP’lilerin çıkarlarına hizmet etmeyen cezasını çeker” diyerek tepkisini dile getirdi. Başka bir paylaşımda ise, iktidarın “bilgi ve belgeleri CHP’liler getiriyor” argümanının halk nezdinde inandırıcı bulunduğu, ancak diğer iddiaların aynı etkiyi yaratmadığı belirtildi.
İktidar, elindeki kamu gücünü kullanarak soruşturmaları yürütürken, bu süreçlerin meşruiyetini sağlamak için somut delilleri kamuoyuyla paylaşma sorumluluğu taşıyor. Örneğin, İmamoğlu’na yönelik yolsuzluk iddialarında, hangi ihalelerde ne tür usulsüzlükler yapıldığına dair net belgeler sunulmuş değil. Benzer şekilde, “kent uzlaşısı”nın terörle ilişkilendirilmesi, gizli tanık beyanları ve tartışmalı MASAK raporlarına dayandırılıyor. İmamoğlu, ifadesinde bu suçlamaları reddederek, “Kent uzlaşısı bana değil, DEM Parti yöneticilerine sorulmalıdır” dedi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun görevini yapmadığını ima etti.
Uluslararası Tepkiler ve Demokrasi Endişeleri
Bu süreç, uluslararası kamuoyunun da dikkatini çekti. Uluslararası Af Örgütü, Türk hükümetinin eylemlerini “barışçıl muhalefete yönelik artan bir baskı” olarak nitelendirirken, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Türkiye’nin AB aday ülke statüsünü koruyabilmesi için demokratik değerlere bağlı kalması gerektiğini vurguladı. İnsan hakları örgütleri, özellikle gazetecilere ve protestoculara yönelik gözaltıların ifade özgürlüğünü kısıtladığını belirtiyor. 19 Mart’tan itibaren başlayan protestolarda yaklaşık 2.000 kişi gözaltına alındı, 300’ü tutuklandı.
Sonuç: Şeffaflık ve Adalet Arayışı
Türkiye’de yargı ve siyaset arasındaki ilişki, uzun süredir tartışma konusu. CHP ve muhalefetin “yargı darbesi” iddiası, iktidarın ise “hukuki süreç” savunusu, halkı ikna etmekten uzak. İktidar, elindeki delilleri şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşarak bu tartışmalara son verebilir. Aksi takdirde, bu süreç sadece siyasi kutuplaşmayı derinleştirecek ve demokrasiye olan güveni zedeleyecektir.
Halk, somut deliller görmek istiyor. Yolsuzluk iddiaları varsa, hangi ihalelerde ne tür usulsüzlükler yapıldığı açıkça ortaya konmalı. Terör suçlamaları söz konusuysa, bu iddiaları destekleyen net kanıtlar sunulmalı. Aksi takdirde, bu tür operasyonlar, sadece siyasi rakipleri bertaraf etmeye yönelik bir araç olarak algılanmaya devam edecektir. Türkiye, bu kısır döngüden ancak şeffaflık ve adaletle çıkabilir.